Pandemi Sürecinde Umut

Her birimiz evlere kapandığımız bu dönemde durup durup ‘ neler oluyor’, ‘ne yaşıyoruz?’ sorularını kendimize soruyoruz. Pek çoğumuz bu ölçekte küresel bir tehlike ile ilk kez karşı karşıya kaldık. Sığınılabildiğimiz ve güvenli olmasını umduğumuz evimizin içine tehlikeli virüs girmesin diye elimizden geldiğince çabalıyoruz.

Ne yaşıyoruz sorusunun en net ve belki kestirme yanıtı; travma. Toplumsal bir travma yaşıyoruz. Travma kelimesi Yunanca kökenli ve ‘yaralanma’ anlamına geliyor. Travma, kişinin fiziksel ve ruhsal bütünlüğünü derinden tehdit eden, kavraması ve baş etmesi kişi için zor olan olay ya da durumdur. Laplanche ve Pontalis (1967) ruhsal travmayı kişi için yeterli olan savunma düzeneklerini başarısızlığa uğratan uyaran hücumu olarak tanımlarlar.  

Yani bunca zamandır karşılaştığımız zorluklarla bir şekilde başa çıkmanın bir yolunu bulmuştuk ancak bu yeni ve global hücum, bildiğimiz tüm başa çıkma biçimlerini geçersiz kıldı. Mesela en önemli desteklerimizden biri, sosyal desteğimiz elimizden alındı. Bir araya gelmek, karşılıklı sohbet etmek, dokunmak, sarılmak ve sevdiklerimizin gözlerine bakıp ‘merak etme, geçecek bu günler’ diyebilmek mümkün olmuyor.

Geleceğe dair planlarımızın da tam ortasından geçti bu virüs. Geleceğimiz, çocuklarımız, kariyerimiz, ailemiz adına tüm planlarımız durdu ya da bugüne kadar işlediği haliyle devam edemez hale geldi. Bir şeyler değişip dönüşmeli. Dışarıdaki dünya bir mola talep ediyor. Mavi gezegenimiz biraz yavaşlamayı, koşturmaları durdurmayı zorunlu hale getirdi. Tam da koşturmamız gerekmiyorken içeride neler olduğuna bakma fırsatımız var. İçimizdeki dünyaya, iç sesimize kulak vermek ve dönüştürmek için zamanımız var.  

Ben de iç sesime kulak vermeyi ve tüm koşullara rağmen umuda dair minik kırıntıların sesini duymayı denedim. Her gün içinden yürürken nefes aldığım yemyeşil, ortasından bir nehir gecen bir park var. Nehrin üzerinden geçmek için kullandığım köprüde her ne konuşuyor ya da düşünüyorsam bir an için durdurup etrafıma bakıyorum. Doğanın sakinliğini, ihtişamını, güzelliğini hiçbir seferde kaçırmak istemiyorum.  

Özellikle pandemiyle birlikte evlere kapandığımız ve başımıza gelecekleri tahmin etmenin zor olduğu bu günlerde böyle yeşil alanlar tam bir cankurtaran. Evlerimiz aynı anda ofis, okul, restoran, sinema, oyun alanı olunca o karmaşadan tüm sakinliğiyle çıkarır oldu bizi bu alanlar. Bir sürü ağacın, bitkinin, böceklerin, kuşların, her türlü canlılığın sembolü olduğu gibi sessiz ve sakinliği ile ölüme dair çağrışımları da olan mekanlar bu sakin parklar…… ‘Dünya büyük bir felakete mi sürükleniyor? Bana neler olacak?’ ‘Tüm bu karmaşadan sevdiklerimle birlikte sağ çıkabilecek miyim?’ ‘Sevdiklerim dahil herkes benim için tehlikeli mi gerçekten?..’ gibi uzayıp giden sorgulamaların ortasında genişçe yayılmış büyük bir ağaca bakmanın sakinleştirici bir yanı var. Bir ağacın karsısına geçip nelere şahit olduğunu, tüm korkunç zamanları atlatıp şimdiki zamana ulaşabilmiş oluşunu, belki birinci- ikinci Dünya Savaşını, büyük salgınları, felaketleri görüp geçirmiş oluşunu düşünmek bana hayatın devamlılığıyla ilgili bir rahatlama sağlıyor. Evet ölüm ve yok olmaya dair felaketler var. Hep de olacaklar. Ama bir ağaca bakıp hatırlanması gereken; yaşamın, ölümün var olduğu tüm zamanlardan galip geldiğidir. Yaşam, ölüme dair tüm zorlukları bunca zamandır bir şekilde yenmenin, canlılığı sürdürmenin bir yolunu bulmuştur. Yaşam her zaman ölümü yener!