Hepimiz bir çocuğu oyun oynarken izlemiş ve tekrar tekrar aynı oyunu oynayışına, yorulmayışına, sıkılmayışına şaşırmışızdır. Geçen hafta üç yaşında bir kız çocuğu ile oynarken oyunun otuz beşinci dakikalarında aynı şaşkınlığı yeniden yaşadım. “Ayı geliyooor” diye bağırarak koşup odanın bir köşesine saklanışımız ve tekrar ‘ayı geliyorr’ diyerek odanın diğer köşesine koşuşumuzdan yorulmuşken bir an yüzüne bakıp bir sıkılma ya da yorulma izi yakalamaya çalıştım. Ama yoktu. Aksine hala çok eğleniyordu. Hiç mi yorulmuyor gerçekten diye düşününce bu cümlenin seanslarda aklımdan ne kadar sık geçtiğini fark ettim. Üstelik hiç de çocuk seanslarından bahsetmiyorum. Yetişkinlerle, ergenlerle yaptığım görüşmelerde aynı hataları yeniden yeniden yaparken, aynı kötü insanlarla yeniden yeniden ilişkiler yaşarken, benzer iş ortamlarında, benzer arkadaş gruplarında tekrar tekrar acı çektiğini ve bundan çıkamadığını söyleyen bir sürü kişiyi dinleyişimi hatırladım.
Bu noktada Freud’un ‘Yineleme Zorlantısı’ olarak Türkçeleştirilen ‘Repetition Compulsion’ kavramından bahsetmek yerinde olacak. Yineleme zorlantısı kişinin başına gelen travmayı benzer koşullarda tekrar yaratıp tekrar yaşayarak travmanın yol açtığı nevrotik etkileri gidermeyi amaçlaması olarak tanımlanabilir. Kişi neyi yineler sorusuna Freud şu yanıtı verir: ‘Bastırılmış kaynaklardan gelip bütün kişiliğine sinen her şeyi yineler: ketlenmelerini, uygunsuz tutumlarını, patolojik karakter özelliklerini. Aynı şekilde tedavi sırsında da belirtilerini yineler’. Bilinçdışı, travmanın olduğu yere gidip o travmayı çözmek ister. Mesela yinelenen travmatik rüyalar, travmatik deneyimin geriye dönük denetimini amaçlar. Frued’a göre bu işlev haz arayışından ve hoşnutsuzluktan kaçıştan daha kökenseldir.
13-14 yaşlarındaki kız bir danışanımdan örnek vermek açıklayıcı olabilir. Onu terapiye getiren sebep birçok okul değiştirmiş olmasına rağmen okullarda arkadaşlarıyla ilişkilerinde hep dışlanışı, sevilen biri olamayışı, yakın arkadaşlarıyla bir şekilde kavga edip uzaklaşışı ve yalnız kalışıydı. Çok mutsuzdu ve yalnızlığını göz yaşları içinde anlatıyordu. Arkadaş ortamında popüler olamayışına çok üzülüşünden bahsediyordu. Sık sık ‘ben de popüler olmak istiyorum ama kimse kabul etmiyor’ demesi ve popülerlik üzerine vurgusu dikkatimi çekmişti. En sevilen olmak, kolayca ilgiyi üzerinde toplayabilmek ve fikirleri önemsenen biri olmak istiyordu. Doğum günü için arkadaşlarını davet ettiği ve kimsenin gelmediği bir günü büyük bir hayal kırıklığı, üzüntü, acı içinde anlatmıştı. Vurucu olan ise ikiz kardeşinin davet ettiği herkesin partiye gelmiş olması ve evin kalabalık olmasıyla eğlenmeye çalışmasına kardeşinin ‘sen eziksin arkadaşlarımdan uzak dur’ demesi olmuştu. Bu noktadan sonra daha depresif olduğunu, kimseyle arkadaş olmak istemediğini, nasıl ilişki kurabileceğini bilemediğini düşünmeye başlamış ve terapiye de belki popüler olmanın bir yolunu alabilecek tavsiyeler alabileceği umuduyla gelmişti. İkiz erkek kardeşinin yalnızca okulda ve arkadaş ortamında değil aile içinde de daha ‘popüler’ olduğunu fark etmek çok uzun zaman almadı. İkiz erkek kardeşiyle sürekli kıyaslanmıştı ve anne- babanın gözünde kendisini bu rekabette geri kalmış hissediyordu. Kardeşi liseye giriş sınavında daha iyi bir puan yapmış ve daha iyi bir liseye yerleşmişti. Kendisi ise özel bir liseye başlamış, arkadaşlarıyla bozulan ilişkileriyle 2-3 okul değiştirmişti. Yineleme zorlantısını bu vaka üzerinde ele alırsak anne- baba için en sevilen, fikirleri önemsenen, ilgilenilen olamayan ve bu travmatik yaşantıyı arkadaşlarıyla ilişkilerinde yeniden yeniden yaşayan bu genç kız çok fazla acı çekiyor olmasına rağmen kendisini hep aynı ‘popüler olmayan’ konuma yerleştiriyordu.
İlişkilerimizde zorlandığımızda gece başımız yastığa koyar düşünürüz; ‘şimdiki aklım olsa böyle yaparım’, ‘şimdi karşımda olsa neler söylerim’, ‘kendimi bir daha asla o konuma düşürmem’ cümleleri uçuşur durur. Ama aynı kişinin karşısında onlarca hayal kırıklığı yaşar, aynı acıyı bir daha aynı çaresizlikle yaşarız. Ya da bambaşka birinde yine aynı şeyler olmuştur. Yine aldatılmış, yine önemsenmemiş ya da yine öfke nöbetleri içinde kalmışızdır. Tüm bunları iki yaşlarında bir çocuğun bıkmadan uzanmadan oynadığı o oyunlar gibi ısrarla yeniden yeniden yapar ve asla durmayız. Deyim yerindeyse sürekli yenilir ancak güreşe hiç doymayız.
Psikoterapist tam da bu döngüde oyunu durduran bir yetişkin olarak devreye girer ve bu yorucu oyunu oyuncuyla birlikte anlamaya çalışır. Bahsedilen ergen danışan için popüler olma taktikleri alabildiği seanslar gerçekleştirilmemiştir. Ancak popüler olmaya dair arzunun, ebeveynlere öfkenin, hayal kırıklığının dile getirilebilmesiyle, dolayısıyla arkadaşlarıyla ilişkilerinde kendi payına düşenlerin daha görünür olmasıyla yaşanan dönüşüm görülmeye değerdir. Aynı senaryoları tekrar tekrar yaşayan danışanlar için terapistle kurulan yeni ve ‘sağlıklı’ ilişkiyle yeni ilişki kurma yolları keşfedilir.
**Quinodoz, J.M.: 2016, Freud’u Okumak, Çev.Bahar Kolbay, Özge Soysal, İstanbul, Bağlam Yayıncılık.